SANAT VE HAYAT YENİDEN OKURLARIYLA BULUŞUYOR

Merhaba

Nerede kalmıştık? 46. Sayıdan sonra biraz duraklamıştık. Kapitalizmin karşısında bir kavak misali biraz sallandık ama yılmadık, yıkılmadık. Yeniden kök bulduk, su yürüdü gövdemize. Sallandığımız dönemde en değerli kolumuzu, gövdemizi, düşünce işçimizi ve kavga şairimizi Işık’ımızı; Kutsiye Bozoklar’ı kaybettik. Işık’ımız ki mücadelenin en karanlık yıllarında, kötümserliğe düşüldüğü en dar zamanlarında dahi bir fener ışığıyla yolumuzu aydınlatmaya, kavgayı örgütlemeye devam etmişti. Aragon’un “Dün nasılsa bugün de öyle!/Öldürülür taşıyanlar ışığı/Başkaları alır onun yerini/ Işığa dokunamaz ama kimse.” dizeleriyle ölümsüzleştirdiği gibi Işık oldu kavgamıza. Kavganın ortasındaydı hep. Hep gelişen, değişen ve mücadeleye çağırandı. Hep aynı inatla, kavga ruhunu bizlere de taşıyarak. Her gazete çıkışında teoriye, ideolojiye, politikaya bahar bahçe seren ve bunu kavgayla, kavganın türküsüyle çoğaltan kılavuzumuzu kaybettik. Ancak bakışlarını, düşlerini ve geleceğe dair güçlü özlemini tüm benliğimizde taşıyoruz. Artık birazda bozkır içimiz. Hemen yanı başımızda olan ve bize can veren pınarımız yok. Bundan ötürü ikinci sayılabilecek bu başlangıç biraz zor olacak bizler için. Kılavuzumuz yanımızda olmayacak ama biz kendisinden emanet aldığımız Işığı biraz daha büyüterek yarınlara taşımak için elimizden geleni yapmaya çalışacağız. Bazen hatalar yapacağız, belki savrulacağız, hatta içimizden bazılarımız yenilecek belki ama yine de Işığımızın da sık sık belirttiği gibi yaşamanın direnmek olduğunu bilerek hareket edeceğiz. Yeniyi yaratma bayrağı şimdilik bizde.

Çok uzun bir aradan sonra yine beraberiz. Bu sayıdan itibaren siz okurlarımızla buluşmanın ve kavgamızı büyüterek ortaklaştırmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Yüzümüzün gülmediği çok ağır bir süreçten geçiyoruz ancak hep böyle değil midir kavganın sıcağında bir nefer olarak yer almak. Her şeyden önce kendimizle, alışkanlıklarımızla, toplumun geri kalmışlıklarıyla, sistemin sömürüsü ve ideolojik tahakkümleriyle kavga ederek yeniyi yaratmaya çalışacağız. Yaratımlarımızı direnenlere ve devrimin kapılarını açacak olanlara taşımanın temel görevimiz olduğu bilinciyle koyuluyoruz yola.

Oldukça uzun süren bir nefes alma döneminde birçok değerimizi kaybettik. Kaybettiğimiz çınarlarla birlikte biraz daha çölleşti edebiyat. Ezilenlerin inceliğini destan destan, masal masal işleyen Çukur’un Kör Kemal’i, fışkıran baharın yürek işçisi, Türkiye ve Kürdistan’ın dirençli aydını Yaşar Ustamızı, boyalı mavi kuşların ve direnen Güney Amerika haklarının tarihinin ve mücadele geleneğinin düşünce işçilerinden, biz’i yaratanlarından, deniz fenerlerinden olan Eduardo Galeona’yı ve Türkiye aydın geleneğinde taraf olmayı bir basiret haline getirmiş, emekçilerin ve ezilenlerin sanatını üretme ve geliştirme mücadelesine omuz vermiş olan Sennur Sezer ile Gülten Akın’ı uğurladık. Ve tabii ki Neşet Ertaş’ın tezenesinin çığlığı kendini hiçbir zaman unutturmayacak. Abdal geleneğinin en üretken ve belki de son temsilcilerinden biri olan üstadımızı yine bir sonbahar günü, yaprak dökümünde toprağa verdik. Kaybettiklerimiz bu kadar değil elbet. İsmail Beşikçi’nin deyimiyle bir “katliamlar, soykırımlar ve inkârlar toprağının üzerinde yaşayan” bizler için Amed, Suruç, Ankara, Gever, Cizre, Silvan… dinmeyen bir yangın olarak yüreğimizi yakmaya devam ediyor. Yitirdiklerimizi inatla, kavgayla, dirençle, düşle ve devrim gülüşleriyle hatırlayacak ve uğruna can verdikleri dünyayı yaratmak için mücadeleyi büyüteceğiz.
İyi ve güzel şeyler de oldu bu arada sonunu getiremesek de Gezi ayaklanmasıyla bağzı insanların hadlerini bildirdik. Bazılarımız baharı kuşanmak için genç yaşında toprağa sarınsa da emperyalizmin ve gericiliğin her daim kan ve şiddet ürettiği bir coğrafyada bizimkiler Rojava’yı umutla, dirençle ve hayal gücüyle kurdular, kurmaya da devam ediyorlar. Bize sadece onların türküsünü söylemek, filmini izlemek, tiyatrosunu yapmak düşmedi. Tüm bunların içinde, yanında, yanı başındaydık ve yanı başında olmaya da devam edeceğiz.

Heybemizde devrimci gülüşlerin ve hayal güçlerinin yüküyle yeniden merhaba demeye hazırlanıyoruz. İlk sayıda demirden ve betondan mezarların içinde güneşleri soldurmaya, gülüşleri grileştirmeye çalışan iktidarın tüm tecrit ve yalnızlaştırma saldırılarına karşı direnen mahpuslarımıza bir özür borcumuz olduğunu da buradan belirtmek isteriz. Onlarla şartların da üstesinden gelememe basiretsizliği nedeniyle bu sayımızda buluşamadık. Affola sevgili dostlar. Biliyoruz belki tartışmayı da doğru beceremedik. Hatta dikkat ederseniz bir danışma kurulumuz yok çünkü onlar yoksa danışma kurulunu da gereksiz bulduk. Bu da bize ders olsun. Onlara selam olsun.

Bu yeniden ilk sayımızda dergiye alışkın olan okurlara bir kısım sürpriz yapalım istedik. Bu sayıdan itibaren dergimiz beş ana bölüm olarak çıkacak. Tartışma Kültürü bölümünde yeniden ilk sayıya başlamanın verdiği enerji ve istekle birçok başlıkta devrim meselesini ele almaya çalıştık. Tabii ki ilk sözü Işık’ımıza; Kutsiye Bozoklar’a vererek hayatı ve sanatı anlamak ve kendimize de bir yol çizmek istedik. Bundan ötürü daha önce yayınlanmış olmasına rağmen hem tazeliğini koruduğu için hem de Işık’ı bir dogma ya da ezberlenecek bir ritüel olarak değil de bir yöntem, bir anlama kavgası olarak gördüğümüzden bu yazı ile anmak istedik. Yine bu bölümde Emel Yuvayapan’ın kaleminden Ekim devrimi ve Sovyet sinemasının genel olarak devrimci sinemada açtığı yolu anlamaya çalıştık. Orçun Masatçı, sokak tiyatrosunu ve kapitalizmle mücadelede tiyatronun tuttuğu yeri, tiyatrocuların örgütlenmesiyle birlikte ele aldı. Konu başlığı devrim olunca devrimlerin en güzelinden, yaratıcısından ve hiç bitmeyecek kısmına yani kadın devrimine değinmeden bir devrim dosyası yapmak olmazdı, olamazdı elbet. Kadın devrimini, Rojava devrimi özelinde ve genel olarak kadın devriminin bir perspektifi üzerinden ortaya koyan Rakel Asiman yazısı, devrimin göbeğindeki bir kadın devrimcinin gözünden anlatılması dolayısıyla çok değerliydi. Aynı duraktan yani yeni tipte bir devrimci odak olan Rojava’dan Önder Çakar’ın Devrimci Sinema nedir ve devrimde nasıl bir rol üstlenir/üstlenmeli sorularını praksisin göbeğinden yanıtlamaya çalıştığı yazısı bir buz kırıcı rolü üstlenmesi anlamında önemli bir yazı olarak karşımıza çıkıyor. Yine Rojava devrimini anlatan Arzu Demir’in yazısı bir devrim deneyimi ve onun yarattığı duyguyu anlatması bakımından bu sayıda yer almasını özel olarak önemsediğimiz bir yazıydı. Sanat ve Hayat’ın ilk sayısından itibaren yazarımız olan Haluk Gerger bu yeniden başlangıçta da yanı başımızda. Ortadoğu kazanı, değişen denklemler, ortaya çıkan sonuçlar üzerinden Rojava devrimini ve genel olarak coğrafyamızı ve değişimi konuştuk. Coğrafyamızda yeni tipte bir katliam politikası olarak uygulanmaya başlayan sokağa çıkma yasağını ve asimilasyona, iç savaş kışkırtmalarına ve diktatör olma heveslilerine pabuç bırakmayan Kürt halkını boğmaya çalışanlara karşı direnen Cizre’yi Temel Demirer yazdı ki Cizre üzerine ne yazsak eksik kalırdı.. Göbeklitepe’de ortaya çıkan bulgular üzerinden İnsanlık Devrimine kapı aralamaya çalışan yazısı ile Sibel Özbudun’un bizimle olması bizleri onurlandırdı. Kapitalizm ile birlikte yaşadığımız toplumsal çürümenin ideolojik/estetik/ahlaki/kültürel boyutlarını anlayabilmemiz için ekonomik arka planı da dikkate almamız gerektiğini belirten Mehmet Akkaya’nın uyarılarını kulak ardı etmek mümkün mü? Asım Gönen’in sanat ve devrim ilişkisini irdeleyen yazısı da Tartışma Kültürünün dikkat çeken yazılarından biri olarak okur ile buluşuyor.
Mevsimlerden sonbahardayız. Sonbahar denilince hiç şüphesiz hazan yaprakları içinde üşüyen bir çiğ damlası ve çürüyen doğanın kokusu gelir aklımıza. Her sonbahar biraz ayrılık, biraz hüzündür ama ille de kavga, ille de örgüt, ille de devrim demektir. Onun için bu Sonbahar’da bizimkilerin yaprak dökümünde belli başlı özsularımıza, pınarlarımıza yer vermek istedik. Mevsimler bölümünde Adnan Yücel’in “Kaç güneş sönerse/sönsün içimizde/Hep aydınlıkta yakalayacağız ölümü/Ya şafak sökerken/Ya güneş yükselirken/Sizin sesiniz olup/Sizi haykıracağız…” dizelerinin bize çağrıştırdığı Işık Kutlu’yu (Kutsiye Bozoklar’ı) mücadele arkadaşı, yoldaşı, dostu Mukaddes Erdoğdu Çelik anlattı. Mustafa Angın, ustamızı Yaşar Kemal’i bir öykü tadında anlatıyor. Tezenenin çığlığını, kurak bozkırın rüzgârında evrensele katan ve hep aynı inatla toprak kokan, bozkırın haykırışını, ıslığını veren ve bir geleneğin tüm yozlaşma saldırılarına karşı kendi olarak var olma savaşı veren bizim olan ve bizimle kalan Neşet Ustamızı acar yazarlarımızdan Turan Fırat yazdı. Yakın zamanda kaybettiğimiz işçi sınıfının mücadelesini kalemiyle omuzlayan Sennur Ablamızı yakın arkadaşı, yoldaşı Gülsüm Cengiz yazdı. Biraz tarih, biraz devrim, biraz kadın ille de bizimkilerden, başını verip boyun eğmeyenlerden biri olan ve idama götürülürken ‘anayurdumun çocukları, öcümü alın’ diyen, giyotinin kesemediği ışık Olympe de Gouges’i Narin Duru bir su gibi hatırlattı. Bazen birilerini anlatmak istediğinizde onu anlatmak yetersiz kalır. Belki dışarıdan bakmak onu etkisizleştiriyormuş gibi gelir. Çünkü o öyle güçlü bir duruş, öyle kudretli bir taraftır ki kendini anlatmak zorunda bırakır insanlara. İşte Galeona bu dayatmalara ve metalaştırma saldırılarına karşı kendi durduğu yeri ve de kendisini Parana Nehrinin berraklığıyla bize anlatır. Onun için mevsimler bölümünde kendi kaleminden “Otoportre” ile Galeona’ya söz verdik. Bütün direnenler gibi hikâyesi kolektif ve de aleni olan Galeona’yı bizden birisinin anlatmasına gerek kalmadı böylece. Biz hep birbirimize benzeriz. Işık Kutlu ile Eduardo Galeona ne çok benzerler durdukları yer itibariyle.
Harman bölümünde yaratımlarını paylaşmak isteyenlere açtık kapılarımızı. Bu sayımızda harman meydanında şiirleriyle Oktay Kip, Mesut Çeki, Asım Gönen ve Sami Özbil’i ağırladık. İbrahim Kamer Farenin Sultanlığı ile sultanlığının nasıl körleştirdiğini ve canlının kendini ve çevresini nasıl kemirdiğini anlattı masalıyla. Oktay Kip şiirin işlevi, amacı ve ne olması gerektiğini Arayışını Şiirleştirip Umuda Şiir Ekerek Özgürleş(tir)mek yazısıyla anlattı. Aslında tartışmalı olmakla birlikte belki de bize hep aynı acı-buruk tadı veren eleştiriler olmasına karşın bizi gıdıklayan ve de tekrar tekrar aynı soruyu sorduran eleştiriler barındıran bir denemeyi de yayınladık. Aslında örgütlü olmak nedir, ne değildir? Yahutta sosyalist denemelerden devrimciler ve örgütlü kesimler acaba hiç mi ders almadılar? Acaba Gezi direnişinde nüve halinde de olsa ortaya çıkan komün ve örgüt biçimleri ile Rojava deneyimi acaba bize yeni bir şey katmadı mı? Belki de dışarıdan gelen rüzgarı duymak, yaşanan değişime kulaklarımızı açmak bizi daha özgür kılar. bütün bunlara karşın önyargıları yıkmak ve de verimli bir tartışmaya zemin hazırlayacağını düşündüğümüz Muzaffer Oruçoğlu’nun Uyanış yazısını da harman yerinde verdik. Gerisini okuyucuya bıraktık. Harman yerinde Aysel Korkut’un Işık adlı öyküsünde yaşadığımız katliamların üzerimizde yarattığı altüst oluşu görüyoruz.
Harman yerinde coğrafyamızın iki kadim halkının; Kürtler’in ve Ermeniler’in sesine, dilinin tınısına ve de tarihine kapı açmak istedik. Çünkü egemen ideolojinin tek tipleştirmesine karşı coğrafyamızın nehirlerini, kayalarını, kuşlarını, türkülerini, masallarını, öykülerini, stranlarını… Çoğaltarak bu topraklarda yaşamış olan halklara el vermek, onlardan dil almak istedik. Ez li virim bölümünün bu sayısında Esra Şahin’in hazırladıklarını bulabilirsiniz. Harman yerindeki bir diğer ana dilimiz Ermenice olacak. Yüz yıl önce soykırıma maruz kalmış ve sayıları bu topraklarda yok denecek kadar azalmış olan bir halk ile gönül köprüsü kurmak istiyoruz. Agos Gazetesinden Pakrat Estukyan’ın yüzyıllık bir acıdan damıttıklarıyla bizleri ağırlayacağı bu sayfaların Türkçesini internet sayfamızdan okurlarımız ile paylaşacağız. İleriki sayılarda daha gelişkin bir yazın ve farklı dillerle harman yerini adına yaraşır kılabilmeyi umuyoruz.

Dosya konularımızın başlığı ile ilişkili olarak açacağımız Çentik bölümüne devrimin bitmez tükenmez kavgasında 23 Ocak 1983 tarihinde idam edilen Ali Aktaş’ın yoldaşlarına yazdığı mektubu olduğu gibi koyarak başladık. Aynı şekilde Rojava devriminin inşasında ve savunmasında ölümsüzleşen Alişer Dersim (Emre Arslan) in başlığı dahi olmayan şiirlerini, devrime Çentik atma sırasında şehit verdiğimiz için öyle yayınladık. Yine Rojava devriminde şehit düşen ve enternasyonalizmin temsilcisi olan İvana Hoffman şiirleriyle bu bölümü tamamladık.
Beşinci ve son bölüm olan Panoda biraz destek olmak, biraz da çapımızca alan açmak adına “bizimkilerin” yaptıklarını tanıtmak istedik. Belki bir dönem benzerliği belki de devrimin güncelliğinin bu kadar sıcak olduğu bugünlerde Gorki’nin Ayaktakımı Arasında oyununu sahneleyen ve bunu tiyatroda devrim yapan Stanislavski ve Meyerhold yorumlarıyla veren yönetmen Orhan Alkaya ile söyleştik. Yine bu bölümde gelişen öykücülüğün ve romancılığın önemli isimlerinden biri olan Sema Kaygusuz’un, Barbarın Kahkası kitabını tanıttık. Nermin Şenol Kalyoncu çocuk edebiyatına katkı yaptıkları yeni projeleri Yeditepe İstanbul İçin Yedi Kitap’ı bizlerle paylaştı. Derya Aydoğdu kapitalizmin bir yönlendirme ve manipülasyon olarak sanata yatırım yapmasının ve sanatında bir kaşık üretmekten farkı olmayan ürünlerinin allanıp pullanarak pazarlanması olarak tarif ettiği bienalin ne olduğunu ve kimlere hizmet ettiğini yazdı. Pano bölümünde yine bir direniş destanı ve devrimin savunusu olan Kobane savunmasında üç gerillanın ve direnişçinin hikâyesini anlatan Veysi Altay’ın Nu-jin belgeseli tanıtım olarak yerini aldı. Postmodernizm tartışmalarında saptırmaları ve yaratılmak istenen bulanıklığı berraklaştıran, grilikleri şeffaflaştıran yazarlardan olan Yener Orkunoğlu’nun yazısını astık Panomuza.

İkinci sayımızın dosya konusuna gelince bunu hemen ilan etmek istiyoruz ancak coğrafyamızda her an her şey değişiyor. Bu nedenle yine de sürece çok bağlı olmadan bir sonraki dosya konumuz Savaş ve Barış olmasını düşünüyoruz. Buna uygun yazı, şiir, öykü, deneme, tanıtım ve tartışma yazılarını bizimle paylaşmak isteyen dostlarımız bizlere mail adresimiz ve telefonlar üzerinden ulaşabilir.

Bu derginin hazırlanmasında emeği geçen başta bizi kırmayan dergimizin yazarlarına, şairlerine, eleştirmenlerine ve bizimle zamanını paylaşıp söyleşenlerine;derginin çizim ve fotoğraflarını hazırlayan dostlarımıza,ayrıca teknik mesele ile grafiklerin hazırlanmasında yer alan emekçi-dostlarımıza teşekkürü bir borç biliriz.Dergimizin Harman bölümünde yer alan Ermenice sayfayı yapan Pakrat Estukyan ile Kürtçe sayfamızı hazırlayan Esra Şahin’e ortaklaşmalarından dolayı sevgi ve saygılarımızı gönderiyoruz.ayrıca süreci doğru örgütleyemediğimiz mahpushanedeki dostlarımıza,yoldaşlarımıza bu sayıda yer veremediğimiz için özrü bir borç biliriz.yazıların toplanmasından derginin basılma ve dağıtımında yer alan derginin editör,grafiker,matbaa ve yayınevindeki emekçilerine de ayrıca teşekkürler.

Gelecek ümitli günler, güneşli gülüşler dileğiyle…

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*